05/02/2018
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyelerinin hukuksuz gözaltı süreci ve Mersin Şehir Hastanesi’nin açılışının 1. Yılı nedeniyle Güney İlleri Tabip Odaları olarak 3 Şubat 2018 Cumartesi günü Odamızda bir basın açıklaması yapıldı. Odamızın genel sekreteri Uzm. Dr. Ahmet Burhan Söker’in yaptığı açılış konuşmasından sonra Oda başkanımız Dr. Ful Uğurhan basın açıklamasını okudu. Basın açıklamasına meslektaşlarımız, sendikalar, emek ve demokrasi platformu üyeleri, sivil toplum örgütleri katılarak destek verdiler.
Mersin Tabip Odası Yönetim Kurulu
3/Şubat/2018 Mersin
TTB MERKEZ KONSEYİ ÜYELERİNİN TAMAMI SERBEST BIRAKILSIN
ŞEHİR HASTANELERİ KAMULAŞTIRILSIN
Değerli basın emekçileri, Mersin’deki emek ve demokrasi güçlerinin değerli temsilcileri, değerli meslektaşlarımız, değerli dostlarımız;
Bildiğiniz gibi biz bugün Mersin Şehir Hastanesi’nin açılışının 1. Yılı nedeniyle biraraya gelecek ve geçen bir yıllık sürede, ülkemizde daha önce hiç denenmemiş bir hastanecilik modeli olan Şehir Hastanesi’nin sağlık ortamına etkisini tartışacaktık. İlk konuşmacımız TTB Merkez Konsey Başkanımız Prof. Dr. Raşit Tükel olacaktı. Haftalar öncesinden hazırlandığımız bu panel için OHAL kuralları nedeniyle ilgili makamlara gereken bildirimleri en başından yaptık. Ancak Mersin Valiliği daha önce de “Mersin Nükleer Santral İstemiyor” etkinliğine izin vermediği gibi bu panele de izin vermediklerini bildirdi. Üstelik bu defa gerekçe bile göstermediler. Haftalardır beklediğimiz yanıt, TTB Merkez Konsey üyelerinin gözaltına alındığı sabah tarafımıza bildirildi. Mesleki bilgi birikimimiz çerçevesinde, içinde yaşadığımız kentteki sağlık ortamından yola çıkarak, ülkemizin sağlık politikasına ışık tutmak amacıyla planladığımız etkinlik sakıncalı bulunmuştu tıpkı hekimlik adına varolduğumuzdan bu yana söylediğimiz “savaş halk sağlığı sorunudur” sözü gibi.
TTB Merkez Konsey üyeleri gözaltına alınmadan önceki günlerde, söz konusu açıklama nedeniyle İçişleri Bakanlığı tarafından suç duyurusu yapıldığının öğrenilmesinin ardından, kendileri bizzat savcıdan görüşme talep etmişlerdir. Ancak istedikleri randevuya cevap beklerken, evleri ve iş yerlerine baskın düzenlenerek gözaltına alınmışlardır. Anlattığı Karadeniz fıkraları ile her daim etrafını güldürürken düşünmeye sevk eden kardiyoloji hocası Prof.Dr. Taner Gören’in ise ellerine kelepçe takarak götürmüşlerdir. İki gün sonra ise İstanbul Üniversitesi Rektörü tarafından, rektörlük seçiminde yenemediği Prof.Dr.Raşit Tükel ile Prof.Dr. Taner Gören görevlerinden uzaklaştırılmışlardır.Diyarbakır’da Merkez Bankası’nda işyeri hekimi olarak görev yapan Dr. Şeyhmus Gökalp’in de işine son verilmiştir.
Günlerdir içimiz yanarak biraz da sebep olanlar, kışkırtanlar, emir verenler adına utanarak yaşadığımız süreçte, dün ilk güzel haberi aldık ve üç arkadaşımız çıkarıldıkları mahkemede adli kontrol şartıyla serbest kaldılar. Diğer sekiz arkadaşımızın da bir an önce serbest kalmalarını ve ülkemiz tarihine kara bir leke olarak geçecek bu tür uygulamaların bir daha yaşanmamasını diliyor, bunun için toplumun her kesiminin üzerine düşeni yapması gerektiğini vurgulamakta yarar görüyoruz. Elbetteki hekimliğin bin yıllardan beri yolunu çizen hekimlik etik ilkelerini hacamatçıların anlamakta zorluk çekmesi doğaldır ama anlamaya çalışmak herkesin asli görevi olmalıdır.
Türk Tabipleri Birliği Etik Kurulu dün yayınladığı bildiride şöyle demektedir ;
“Hekimlerin etik değerleri, mesleki donanımları, yükümlülükleri ve koruma bakış açıları sağlığa zarar veren temel nedenlerin vurgulanması konusunda bir sorumluluk ve savunuculuk dayatmaktadır. Bu kapsamda savaş ve çatışmaların nedeni olabilecek etmenlerin ortadan kaldırılmasına yönelik çabalar sağlıklı bir yaşamın oluşturulmasında çok değerli katkılar sunabilecektir. Hekimlerin en temel görevi yaşam hakkının savunulmasıdır.
Dünya Tabipler Birliğinin 2017 yılında kabul ettiği silahlı çatışmalarla ilgili tutum belgesinde de; savaş ve çatışmaların günümüzde ve gelecekte ortaya çıkartacağı sağlık ve çevre sorunlarına değinilmekte ve hekimlere ve hekim örgütlerine bir sorumluluk tanımlanmaktadır:
“Hekimler, silahlı çatışmaların başlatılması ya da sürdürülmesiyle ilgili kararlarında; siyasetçilerin, hükümetlerin ve güç sahibi başka kesimlerin, bu kararların sağlık dahil çeşitli alanlarda yol açabileceği sonuçların farkında olmaları için çalışmalıdır” denmektedir.
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, 1947 yılında 27 kurucusu arasında yer aldığı Dünya Tabipleri Birliği’nin belirlediği meslek etik ilkeleri çerçevesinde ve ifade özgürlüğü kapsamında yetkilileri uyarma sorumluluğunu yerine getirmiştir. TTB Etik Kurulu olarak Merkez Konseyinin bu açıklamasını mesleki değerlerin getirdiği yükümlülükler çerçevesinde haklı ve meşru görüyor, meslek örgütlerinin toplum sağlığını ve mesleki değerleri korumakla görevli olduğunu bir kez de biz anımsatıyoruz.”
Biz de buradan bir kez daha hekimlik görevinin gereğini en iyi şekilde yerine getirmek amacıyla yola çıkan birlik yöneticilerimizin acilen serbest kalması talebimizi yineliyor, süreç içinde birliğimize ve hekimlik değerlerimize sahip çıkan bütün kurum, kuruluş ve kişilere teşekkürü borç biliyoruz.
Güney İlleri Tabip Odaları
ORDA BİR HASTANE VAR UZAKTA: MERSİN ŞEHİR HASTANESİ
Mersin Şehir Hastanesi geçen yıl bugün, devletin en üst düzeyde katılımıyla, gösterişli bir törenle referandumdan 2,5 ay önce açıldı. Mersin’de kamuya ait iki hastane olan Mersin Devlet Hastanesi ile Kadın Doğum Çocuk Hastanesi kapatılarak yerine, adında kamuya ait olduğunu niteleyen “devlet” sözcüğü geçmeyen, Mersin Şehir Hastanesi’ne taşındı.
Türkiye’de halen faaliyette olan dört, sözleşmesi yapılan onsekizşehir hastanesinden ilki olan Mersin Şehir Hastanesi’nin birinci yılında, deneyimlenen durumları aktarmanın bir sağlık meslek örgütü olarak mesleki sorumluluğumuz olduğu bilinciyle bir çalışma yaptık. Mersin Tabip Odası Halk Sağlığı Komisyonu olarak 22 Kasım 2017- 10 Ocak 2018 tarihleri arasında yaşları 15-87 arasında olan 578 kişi ile yaptığımız çalışmadan elde ettiğimiz veriler, hemşerilerimizin ve sağlık çalışanlarının aktarımları, basına yansıyan konuyla ilgili haberlerin değerlendirilmesi sonucunda vardığımız sonuçları ve önerilerimizi şöyle özetleyebiliriz:
Şehir hastanesinin kent merkezinden uzak bir alana kurulması coğrafik uzaklık nedeniyle sağlık kurumuna erişimi olumsuz etkileyen en önemli sorunların başında gelmektedir. Bu sorun hem sağlık hizmeti alanlar hem de şehir hastanesinde görev yapan sağlık emekçileri açısından sağlık kurumuna erişimi ciddi olarak zorlaştırmaktadır. Bunun yanında, otobüs ve minibüs gibi toplu taşıma araçları ile hastane arasında bir bağlantının yeterli düzeyde olmaması yine fiziksel nedenlere bağlı olarak hastaneye erişimi olumsuz etkilemektedir. Öyle ki bazı bölgelerde iki ayrı ulaşım aracı kullanması hem zaman hem de ekonomik olarak halkı ve çalışanları olumsuz yönde etkilemektedir. Halkın kamu sağlık kurumlarına ulaşımlarının zorlaşması bireyleri zorunlu olarak özel sağlık hizmet kullanımına yönlendirebilir. Özetle; şehrin coğrafi bütünlüğü, semtlerin/mahallerin nüfus yoğunluğu dikkate alınmadan şehre uzak kentin kuzeydoğu bölgesine kurulan şehir hastanesi sağlık hizmetlerine erişimini ve kullanımını olumsuz etkilemektedir. Örneğin Mezitli İlçesi ile MŞH arasındaki mesafe otoban aracılığıyla 27-30 km, şehir içinden ise 17-20 km’yi bulmaktadır. Sağlık çalışanı ve hizmet kullanımı için başvuran binlerce kişinin her gün gidiş dönüş 50-60 km yolculuk yapması kullanılan araçların olumsuz çevre etkilerini de çok artırıcı dolaylı bir olumsuz sonuçtur. Toplu taşıma ile bazı noktalardan yaklaşık iki saati bulan yolculuk süresi hasta, yaşlı, gebe, bebekler için bezdirici olmakta, toplu taşıma aracı içinde bayılmalar, sert tartışmaların yaşanması gibi trajik görüntülere neden olmakta, bu durum bazen sağlık hizmetini almaktan vazgeçmeye, öfke, mutsuzluk gibi duyguların yaşanmasına neden olmaktadır. Çalışmamızda katılımcıların % 80,9 u eğer kendilerine sorulmuş olsaydı mevcut iki devlet hastanesi kapatılmadan farklı yerlere yeni hastane yapılmasını tercih edeceklerini belirtmiştir.
Katılımcıların “çok iyi” yanıtını verdikleri ilk beş başlık “hastane bekleme alanları, koridorlar, randevu alma hizmetleri, tuvaletler, kafetarya gibi sosyal alanlardır. Burada en beğenilen olarak öne çıkan konuların sağlık kurumlarında sunulan sağlık hizmeti ile doğrudan ilişkisi olmayan, destek hizmetler kapsamında yer alan başlıklar olduğu görülmektedir. Sağlık hizmet sunumu ile direk ilgili olmayan fiziksel şartların iyiliği, hastanenin fiziksel hacminin iriliği ile birleşince hastalarda büyük beklenti oluşmakta tedavisi daha özelleşmiş merkezlerde yapılması gereken bazı istisnai durumların da bu hastanede sonuçlandırılmasını beklemektedir.
Türkiye, gelişmiş ülkeler arasında bile nüfusuna göre en fazla yoğun bakım yatağına sahip ülkeler arasında yer almaktadır. Hal böyle iken hala yoğun bakım yatağı sıkıntısı çekilmektedir. Bunun nedeni ise yatakların akılcı kullanılmamasıdır. Yoğun bakım bir tedavi şekli olmasına rağmen tedavisi bitmiş hastaların evde bakım hizmetlerine yönlendirilmesi yerine, yoğun bakım servislerinde yatırılmaya devam edilmektedir. Bu hem hastalar hem de hastane açısından sakıncalıdır. Şehir Hastanesi’ndeki yoğun bakım yatak sayısı 220 dir. Yoğun bakım servisi hem uzun yatışlar hem de Mersin’deki tüm acil hastaların daha yakınlarda başka hastaneler varken öncelikle Mersin Şehir Hastanesi ‘ne yönlendirilmesi nedeniyle doluluk oranı en yüksek olan yerdir. Ayrıca yoğun bakım hizmeti en pahalı hizmet kalemidir ve hastanelere en yoğun! para kazandıran birimlerdir. Bu durum sağlık kaynaklarının savurganca kullanılması anlamına gelmekte ve mecazi bir söylemle “hastalar yoğun bakımdan bir türlü çıkamamaktadır”.
Kamuya ait 220 bin dönümlük bir arazinin üzerine, özel sektörün inşa ettiği hastanede devlet kendi arazisinde 25 yıl kiracı olarak kalmak zorundadır. Hastanenin en çok gelir getirici birimleri olan görüntüleme, laboratuar, gibi 19 kalem hizmet şirket tarafından işletilmektedir. Bu nedenle mevcut durum gizli bir özelleştirmedir.
Öncelikle sağlık hizmetleri ile ilgili birçok hizmetin özel sektöre devredilmesi, kamu sektörünün bu işleri yapma kapasitenin zamanla kaybolmasına neden olma riskini barındırmaktadır.
Ekonomik ömrü neredeyse sözleşme/kira süresi sonunda tamamlanan tesiste, devir sonrası yapılacak olan bakım, onarım faaliyetlerinin çok ciddi bir yük getirmesi bir diğer sorun olarak yıllar sonra karşımıza çıkma riski vardır.
Proje süresince sağlık teknolojisindeki ve bilimsel yaklaşımlardaki gelişimler sonrasında değişen ihtiyaçların nasıl karşılanacağı konusunda ki belirsizliklerde ayrı bir sorundur.
Yatak sayısı 200-600 arası olan hastanelerin en verimli hastaneler olduğu bilinmektedir. Yaklaşık 1300 yatağı ile böylesine büyük bir sağlık tesisisin yönetimi hem özel hem de kamu açısından ciddi sıkıntılara yol açmaktadır. Öncelikle yönetimde çok başlılığın olması (yönetsel zorluk ve yönetim belirsizliği), özel sektörün nitelikli personel eksikliği, kamu çalışanlarının iş garantisinin belirsizliği, hukuki altyapı yetersizliği, temel yetenek olan sağlık hizmetleri dışındaki diğer hizmetlerin (otelcilik, güvenlik, ulaşım, yemek gibi) ticari nedenlerle özel sektöre bırakılmış olması kamu sağlık hizmetlerini bugünden yarına ciddi manada olumsuz olarak etkileyecektir.Hastanenin açılışında aynı fotoğraf karesine giren dört idareciden ( sağlık bakanı, vali, kamu hastaneler birliği genel sekreteri ve hastane başhekimini) hiçbiri bir yılın sonunda aynı görevde değildir.
Hastanenin kurulduğu bölgenin civarında sağlık hizmetleri ile ilişki yapıların (medikal, eczane, ecza deposu gibi) yeteri kadar olmaması da diğer bir sorun kaynağıdır.
Hastanede yatak başına düşen kapalı alan 260 metrekaredir. Oysa gelişmiş ülkelerde bu oran yeni yapılan hastanelerde 150-200 m kare arasındadır. Yatak başına düşen kapalı alanın büyük olması temizlik, enerji tüketimi, bakım onarım giderlerinin artması ve artan maliyetin bir süre sonra karşılanamayacak olması riskini doğuracaktır.
Çalışanlar açısından ise devasa bir hastanede çalışmak zorunda kalmak zaman kayıplarına yol açmaktadır. Sağlık çalışanları mesafelerin uzun olmasından dolayı aynı işi yapmalarına rağmen eskiye göre daha çok yorulmaktadır. Bu durum, moral motivasyon eksikliğine, tükenmişliğe yol açmaktadır. Yardımcı sağlık personelinin sayısında yetersizlik, eskiden sekreter tarafından yapılan hizmetlerin artık hekim tarafından yapılıyor oluşu, sıkça yaşanan teknolojik sistemlerdeki olumsuzluklar nedeniyle oluşan hizmetteki aksamalar, hekimle hastayı karşı karşıya getirmekte bu da hekime ve diğer sağlık çalışanlarına şiddete dönüşmektedir. Hastanenin fiziksel konumu gereği sağlık çalışanları arasında iletişim azalmakta, mesleki dayanışma duyguları gelişememektedir. Mutsuz, yorgun, kadro tamamlamak amacıyla yetkin olunmayan alanlarda görevlendirilme sağlık personeli açısından dayanılmaz boyutlara ulaşmaktadır.
Sağlık Bakanlığı ile şehir hastaneleri arasında imzalanan sözleşmelerin idare hukukuna tabi olması gerekirken bu sözleşmelerin özel hukuka tabi olması olası anlaşmazlıklarda kamu sağlık hizmet sunumu için dezavantajlı bir durumdur. Şehir hastaneleri yöneticilerinin hekim kökenli oldukları göz önüne alındığında kar amaçlı yaklaşımı önceleyen özel sektöre karşı kamu hizmetleri açısından yeterli hukuksal donanımın olmadığı düşünülebilir. Bu durum ileriki süreçte hem kamunun zararına hem de zararın rücu edilmesi yoluyla yöneticilerin zarar görmesine neden olabilir. Bu nedenle kamu çıkarlarının korunması açısından şehir hastanelerinde kadrolu hukukçulardan oluşan bir hukuk bürosu kurulması uygun olacaktır.
Benzer kalitede sunulan yemeğin fiyatı diğer kamu hastanesinde verilen yemeğin iki katı ücretlendirilmektedir. Keza sterilizasyon ücretleri diğer kamu hastanelerindekinden misli misli fazladır.
Yıllardır söylediğimiz gibi hastaneler kar amacı güdülen ticarethane mantığı ile işletilmemelidir. Bu hem sistemsel hem de iyi hekimlik değerleri açısından sürdürülebilir değildir.
Özetle; şehir hastaneleri uzak, yorucu, kaynakların verimsiz kullanıldığı, pahalı, sağlık işletmesinden ziyade ticari işletme mantığıyla çalışan kamu özel ortaklığı modelidir. Kamu özel ortaklığı olan bu sistem Birleşik Krallık’tan ithal edilmiş bir sistemdir ve Birleşik Krallık’ta 2017 yılında hazırlanan bir raporda, KÖO uygulamalarının İngiliz Sağlık Sistemini (NHS) çökerttiğinden söz edilmektedir. Henüz yolun başında iken bu tarz hastanelerin yapımından vazgeçilmeli, mevcut hastanelerin ise en kısa sürede Sağlık Bakanlığına devri yapılmalıdır.
Mersin Tabip Odası Yönetim Kurulu Adına
Başkan
Dr. Ful Uğurhan